Günlerdir kamuoyunu meşgul eden “Gezi Olayları” nedeniyle epeyce yazıldı, çizildi. Tabiri caizse herkes “eteklerindeki taşı” döktü. Ak koyun, kara koyun kim belli oldu…

 Bir bakıma belki iyi de oldu.  Kimin eli kimin cebince anlamış olduk. Kim kimlerle dirsek temasında, kimler aslında “demokrat” görünürken postalcı veya “statükocu” ayan beyan gördük, gözlemledik.

Kimi kendisine “sanatçı” denilen müsveddelerin aslında ne kadar pespaye ve “deyyus” olduğuna kani olduk. Taşlar yerli yerine oturdu.  Uyuyan yılanın aslında tam olarak kan uykusunda olmadığını, bir gözü açık “fırsat kolladığını” ibret ve dehşetle temaşa ettik.

Bir şey daha gördük ve anladık ki “içimizde göründüğü halde, içimizden biri olmayı başaramayan –hinoğlu hinlik peşindeki- ucuz kahramanları”, boş atıp dolu tutmaya alışmış “asalak” takımını tanıdık.

Heybemizde sakladığımız “turpun irisini”  göz ardı ettiğimizi ancak anlayabildik. Öküzün büyüğünün ahırda olduğunu unutup, el âlemin “öküzleriyle” uğraştık.
Sözün özü;

 Gezi Olaylarından fazlasıyla nasibimize düşeni aldık. Günü geldiğinde kullanılmak üzere demediklerimizi de “yeri geldiğinde” söylemeyi sürdüreceğiz…
Demokrasi “Havarileri”ni tanıdık

Kimilerinin “Demokrasi” derken kendilerinin demokrasiden nasiplenmediğini fark ettik.  İçine gizlediği sözde demokrasi görünümünün içinde statükoculuğun sırıtmasına şahit olduk.

Twitter üzerinden kalemşörlük yapan sahte kabadayıları, sanal kahramanları bir iyice tanıma şerefine erdik.

Bunlar içerisinde bazı “kağıttan kaplan” “kof kabadayılar” vardı ki evlere şenlik. Bunlar güya halkın temsilcileri, sözüm ona güya Milletvekili olacaklar. Neyin ve kimlerin vekili olduğunu anlamış olduk.

İktidar hırslarını bir yere kadar anlamak mümkün fakat bu hırsı “paranoya” derecesinde ve “gözü dönmüş” bir şekilde alenen tahrik boyutuna taşımalarını bir türlü bir yere koyup anlamlandıramadık.

 “Gezi Parkı” adeta gözümüzü açtı

Gözümüzü açan sadece Gezi Olayları değildi, komşu coğrafyamızda yaşanan gelişmelerde bize ayna tuttu.

Arapların neye ve kimlere hangi amaçla hizmet ettiklerini gördük. İkiyüzlü Suud rejiminin “sıranın kendisine geleceği” korkusuyla Mısır’daki Darbeye alenen destek vermesini gel de anla, anlamlandır ve de ki bunlar mı “İslam’ın bekçileri” bunlar mı bizim dostumuz, bunlar mı İslam’ı temsil ediyor…

Madem Suud’dan konu açtık devam edelim;

Eskiden Amerika Birleşik Devletleri için kullandığımız çok bilenen bir tabirdi “Büyük şeytan”, küçüğünün karşılığı ise İsrail’di.

Oysa asıl “Öküzün büyüğü”  ve şeytanın ağababası Suud rejimidir. Müslümanlar ne hikmetse her ülkeye, her devlete, her siyasetçiye onca laf ederler, sayar dökerler ama iş Suudi Krallığına gelince ”suspus”  olurlar…

Gerek Türk tarihi, gerekse İslam tarihine bakın Kral veya Krallık göremezsiniz.

Emirlik görürsünüz,
Şeyhlik görürsünüz,
Sultanlık,
Beylik,
Halifelik ve Padişahlık görürsünüz ama krallık görmezsiniz…

Arap Irkçılığının zirve yaptığı Vehhabi inancını Araplara İngilizler dikte ettirdi.  1700’lü yılların ortalarına doğru  “sapkın” bir inancın tezahürü ve İslam kardeşliğinin sonunu getirmek üzere tezgâhlanmış bir oyundu. Bu oyunda asıl amaç İslam birliğinin bozulması idi. İngilizler bu amaçlarına Osmanlı’yı bu topraklardan silerek ulaşmışlardı…

Günümüz Müslümanları Suud Krallığının büyümesi ve gelişmesinde ne yazık ki büyük sorumluluk sahibidirler.  Bazıları bilerek büyük çoğunluğu da bilmeden “Suud canavarını” beslemeye devam ediyor.

İslam inancının en temel ibadetlerinden bir tanesi olan Hac farizasını doğru anlamadığımız ve anlamışsak doğru anlatamadığımız için “ömründe bir defa yapılması lazım gelen hac farizasını” senenin muhtelif zamanlarına da yayarak üç, beş, hatta on defa gitmek suretiyle ibadet maksadını aşıp Suud’un kesesini doldurmak için çırpınıyoruz.

Sorumlu din âlimleri bu konuyu ”bıçak sırtı” gördüğünden ya ima ederek ya da doğrudan doğruya mücadele etmeyerek “zımnen” destek verir hale gelmişlerdir.
Bu gün gelinen noktada Mısır’da yaşanan Darbenin finansörlerinden birinin İsrail, diğerinin Suudi Arabistan Krallığı olduğunu görüyoruz. Burada söz konusu ettiğimiz konu sadece Suud rejimi değil elbette. Onun şahsında diğer Arap kabile ve Aşiret krallıkları da “saltanatlarının sallanacağı” endişesiyle bu darbeye destek olmuşlardır.

Öyle veya böyle Müslüman halklar gözlerini açıp, başlarındaki “firavunlarla”, “tagutlarla”  mücadele ederek demokrasiyi hayatlarına şiar edinmeliler.
Demokrasinin beşiği her ne kadar Avrupa biliniyor olsa da Avrupa’dan çok daha öncesinde İslam Halifelerinin seçilmesi şekli incelendiğinde seçimler yapıldığı ve dolayısıyla “demokrasi İslam’ın dışında değil İslam’ın bizatihi kendisidir” sonucu ortaya çıkar.

Yıllarca hükümran güçler “İslam eşittir şeriat” denklemini ileri sürerek bu ülkenin insanını da İslam’dan soğutma yoluna gitmiştir.

Bu günlere gelinmeden önce İslami referanslı bir partinin bu ülkede hiçbir zaman iktidar olamayacağı keza seçilse bile bir şekilde alaşağı edileceğini “edilmesi gerektiğini” defalarca yaşayarak gördük. Üstelik bu mücadeleyi yapanlar güya “demokrasiyi-laikliği” koruma ve kollama gerekçesiyle sanki bizim hayrımıza imiş gibi ve kendilerinin bu ülkenin tek sahipleri görerek ve de bizi “maraba” gibi düşünerek İslami söylemi olan partiler şu veya bu şekilde diskalifiye edildi.
İslami yazar-çizerler dışlandı, İslami yönü öne çıkan akademisyenlerin yazıp çizdikleri, düşünceleri itibarsızlaştırıldı.

İslami kimliğini gizlemeden, saklamadan devletin her hangi bir kademesine girilmesinin önü kesildi. Fırsat eşitliği dendi bu fırsatları İslami yönü öne çıkan yani kısaca Müslüman gençlerine ve Müslüman halkın çocuklarına çok gördüler.

Geçmişte Milli Nizam Partisi, Milli Selamet, Refah, Fazilet ve Saadet Partileri en çok dışlanan ve baskıya uğrayan partilerdi.

Bu partinin kendi içinden yepyeni bir kimlikle ortaya çıkan Ak Parti, bu dışlanmışlık sendromunu bertaraf ederek önce iktidar sonra da muktedir oldu.

Kışlasıyla, okuluyla, yargısıyla statükoya savaş açtı. Fırsat eşitliğinin tam da olması gerektiği gibi herkesi kucaklaması ve kuşatması sağlandı.

Birer birer hayata geçirdiği devasa projeler ve radikal adımlarla ülkenin çehresini değiştirdi.

Sosyal devletin imkânlarını “dışlanan” halkın önüne serdi. Milletin teveccühü ile yeniden seçilerek henüz proje olan ve hayata geçirmeyi planladığı düşüncelerinin tatbikine girişti.

Ülkemizde kangren olmuş terör belasını çözme noktasında iradesini bir daha belki seçilememe pahasına ortaya koydu.

Eğitimde sağlıkta köklü reformlar yaptı. Havaalanları, köprüler ve hızlı trenlerle ulaşım sorununu çözdü. Ülkemizdeki hava alanı sayısını iki katından fazlaya, üniversite sayısını üç katına çıkardı. Cumhuriyet tarihinde döşenen demiryolu ağını son on yılda iki katına çıkardı.

Özel hastane, Devlet ve  SSK hastanesi ayrımını ortadan kaldırdı. Uçak ve Helikopter ambulansları çoğaldı. 112 Acil servisin hizmet götürmediği nokta bırakılmadı. Hastane gemimiz oldu…

TÜBİTAK her gün bir buluşun müjdesini vermeye başladı. Teknolojik buluşlara devlet destek ve imkân vermeye başladı. Yerli silah sanayimiz çağ atladı. Yerli araba üretimi konuşulur oldu.

Teker teker Ak Parti icraatlarını sayacak değilim buradan asıl şu sonuca gelmek istiyorum.

Karşımızda milletin teveccühüyle iktidara gelmiş bir parti var. Bu parti ile siyasi olarak hesaplaşabilirsiniz. Bunun da yolu yordamı ve elbette yöntemi bellidir. Çıkar Ak Parti karşısına “adam gibi politika” yaparsın, çıkar projelerini ve yapacaklarını ıralarsın ve halktan oy talep edersin.  Yani seçilmiş bir iktidarı düşürmenin yegâne yolu yeni seçimde alaşağı etmekten geçer.

Sen seçilme şansın olmadığını biliyor ve benden fazla eminsin ki bu halk sizi “bu kafayla” hiçbir zaman iktidar yapmayacak. Bu bakımdan huysuzlanmaya başlıyorsun, agresifleşiyorsun, olmuyor “şirretleşiyorsun” böyle olunca oy alacağını sanıyorsan elbette yanılıyorsun. Bir şey alacağın kesin onu sen benden daha iyi biliyorsun ancak “hava “alacaksın, bunu da pek tabi biliyorsun…

Siyasi tarih ülkemizin son on yılını altarnatifsiz bir hükümet ve memlekette sayısız sınırsız siyasetçi bolluğunda “muhalefetsiz yıllar” olarak sizleri tarihe not edecektir.

Bir siyasi parti düşünün ki rakibinin alacağı oyun bir iki puan gerilemesine sevinerek bundan kendisine pay çıkarıyor. Yüzde elliye gelip dayanmış Ak Parti bu seçimde hasbelkader yüzde kırk sekiz-kırk dokuz oy alınca buna sevinir hale gelecek ve etekleri tutuşarak sevinç çığlıkları atacaklar. Yani birinci parti olan partiyi oyu azaldı diye eleştiri sağanağına tutacaklar,  bundan adım gibi eminim…

Ana muhalefet partisinin ne kendisine hayrı ne de bu memlekete bir hayrı olmadığı ve dahası olamayacağı açık. Siyasetçilerinizi yeniden gözden geçirmenizi şiddetle tavsiye edeceğiz ancak sizin kılavuzunuz karga (en baba karga ise kam-er vb diğerleri) bu bakımdan da burnunuzun “b.k”tan çıkacağı yok…

Mısır’da yaşanan darbeye bile Darbe demeye dili varmayan sözde milletvekilleri bunun bir halk devrimi olduğunu ileri sürüyor. Dahası buna bizim de inanmamızı istiyor.

Avrupalı müttefiklerimiz “ikinci bir Türkiye” istemiyor olsa gerek “ılımlı İslam” da olsa Mısırdaki meşru yönetimin utanç verici bir darbe ile alaşağı edilmesine bir bakıma seviniyor.

Suud’un neden destek verdiğini yukarıda açıkladım. İsrail ise kendisine başka bir “one minute” diklenişi yapacak yönetimi istemez.

Belki bu darbe,  özelinde Mursi’ye yapılmış gibi görülse de asıl darbe R.Tayyip Eroğan’a karşı yapılmıştır. Bugünlerde Gazze’ye ziyaret gerçekleştirecek olan Erdoğan’ın bu şekilde önü kesilmiş oldu.

Gezi Parkı filan derken Tahrir’e geldik dayandık.  Gezi Parkı hakkında mahkeme kararını verdi, bakanın açıklamasına göre yarın o park halka yeni düzenlemiş şekliyle hizmet vermeye başlayacak, ancak; olanlardan ders almayan malum güruh “tencere tava” çalmaya devam ediyor...

Meşru hak talepleri olduğunu iddia ettikleri kalkışmada ülkemize verilen zararın ceremesini yine bu ülkenin vatandaşı yani bizler çekeceğiz. Dışarıda “çizilen karizmamızı” saymayalım ancak içerideki onca ölüm, yaralanma ve maddi kayıplarının tek sorumlusu,  yegâne sahipleri “çapulcu” takımı ve onların ağa babaları olan düşük profilli, üçüncü sınıf siyasi partileridir.

Ak kadrolar hayal kırıklığınızı tedavi edecek

İplisi ipsizi birleşince halk devrimi olacağını sanan masum “yandaşlar” derin hayal kırıklığına uğradı. Bu hayal kırıklının tedavisini yapacak olan da yine “Ak kadrolar” yani Ak Parti’dir…

Bu satırların yazarı yani bendeniz bu satırları yazmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm. Yani ben kendimi sürekli “demokrat” ve partiler üstü görürdüm. Gelinen noktada en müzmin Ak partili bile elime su dökemeyecek noktaya gelmiş bulunuyor.  Kendinizle övünebilirsiniz, beni “yalaka” durumuna soktunuz. Oldum olası Ak Partiye ve diğer partilere hep eşit mesafede durdum, Ak Partiye oy verdim fakat sanıldığı gibi Ak partili olmadım, olacağımı da sanmıyorum. Ben sadece doğrucu Davutluğumu konuşturup “eğriye eğri, doğruya doğruya doğru” diyorum ve demeye de devam edeceğim…

Konuya ilişkin yazacağım başka mevzular da vardı ancak onu da başka bir yazıma saklayayım. Nasılsa gündem seçime kadar bu havada gider, bize bol bol malzeme çıkar. Biz yazar “geyiğini yapar” sizlerde okur keyfini çıkarırsınız…

Sayenizde Ak Parti yalakası oldum ya, “kıçınıza” kına yakın…

**

Hayırlı Ramazanlar…

Hayırlısıyla Ramazana girmiş bulunuyoruz, Ramazan ayının ülkeme birlik, dirlik, bolluk ve bereket getirmesini diliyorum.

İçinde bulunduğumuz bu günlerde “şeytanın bile zincirlendiği”  hepimizin malumu, ancak asıl içimizdeki şeytanların zincirlenmesini ve öfkemizi kontrol altında tutacak olan oruç ibadetinin nefislerimizi terbiye etmesini Allah’tan diliyorum.

Askerimizin ve polisimizin bir tekinin bile burnunun kanamadığı, ülkemizde barış ve huzurun hâkim olduğu günlerin özlemiyle hepinizin Ramazan ayını kutlar sağlık ve afiyetler dilerim…

Twitter: @medya_ilisuluk @44yorumcu44 @malatyanews