Bir ülkenin ekonomisi ile eğitimi arasında güçlü bir korelasyon vardır. Bu korelasyonun (ilişkinin) hangi yönde varlık gösterdiği, istisnaları olsa da “önce kaliteli eğitim, sonra güçlü ekonomi” yönünde olmuştur.

Bu bir realitedir ve gelişen ve gelişmekte olan ülkelerde bu realitenin izlerini görmekteyiz. 1990’a kadar Türkiye’de üniversite sayısı 30, kişi başına düşen milli gelirimiz ise 3 bin dolar civarındaydı. Bugün üniversite sayımız 180 civarında ve kişi başına milli gelirimiz de 10 bin doları geçti.

Çin, son 10-15 yıldır ekonomisindeki hızlı büyüme ile dünya gündeminden hiç düşmedi. Dünya ekonomisinin Amerika’dan sonra iki numarası olan Çin, uzun yıllardır Batı’ya özellikle de Amerika’ya en çok öğrenci gönderen ülke oldu. Elbette Çin ekonomisindeki büyümenin başka faktörleri de var ancak eğitim ekonomik büyümede önemli katkı sağladı. Her yıl ABD’ye 100 binden fazla öğrenciyi eğitim için gönderen Çin, Amerika’dan eğitim ithal etmeye başladı. Üniversiteleri ve ekonomisi ile dünyayı değiştirmeye başlayan Çin, önümüzdeki yıllarda eğitim merkezi olmaya namzet bir ülke. Amerikan eğitimcileri ve işadamları bu potansiyeli gördükleri için şimdiden Çin’e eğitim amaçlı yatırımlar yapmaya başladılar.

New York Üniversitesi (NYU) geçen ay Çin’in Shanghai bölgesinde eğitim vermeye başladı. Programlarına 300 civarında lisans öğrencisi kabul eden NYU, bu öğrencilerin 150’sini Çin’den, 100’ünü Amerika’dan ve diğerlerini de dünyanın çeşitli yerlerinden kabul etti. Ucuz ve kaliteli işgücü, yasal zemin ve vergi muafiyetleri nedeniyle 20 yıl önce fabrikalarını Çin’e taşımaya başlayan Amerikalılar bugünlerde NYU-Shanghai örneğinde olduğu gibi üniversitelerini de taşımaya başladılar.

Bilindiği gibi 1990’lı yıllardan beri yüzlerce Amerikan firması, ucuz işçilik ve iş hayatındaki esnek yasa, kanun ve kurallar nedeniyle fabrikalarını ve müşteri hizmetlerini Çin’e taşıyor. Bu durum Çin’de işsizlik oranını azaltırken Amerika’da artırıyor. Yönetim ve organizasyon dilinde lokal ölçekte ‘outsourcing’ uluslararası ölçekte de ‘offshoring’ dediğimiz bu uygulama Amerika’daki işsizlik oranının yükselmesinde önemli bir factor olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum kısa vadede işsizleri, uzun vadede de Amerikan ekonomisini ve sosyal güvenliğini tehdit etmektedir. Asya özellikle de Çin ve Hindistan dünya ekonomisinin güç merkezlerine dönüştükçe Batı’nın ilgi odağı haline gelmeye başladı. Komünist bir karakter taşımasına rağmen Çin, Batı’nın liberal ekonomilerindeki yenilikçi işletmeciliğine, finans ve yönetim özelliklerine adapte olmuş ve bu özellikleri benimsemiş durumda. İçinde bulunduğumuz asrın ortalarına doğru dünyanın ekonomi ve eğitim merkezi Asya’ya kayacağı yönünde güçlü tahminler yapılıyor. Asıl mesele Çin’in geleneksel yapısını bozmadan Batı’nın eğitim müfredatına nasıl ve ne kadar çabuk adapte olacağıdır.

Çinli liderlerin global eğitimin önemini ve eğitimin iktisadi gelişmenin lokomotifi olduğunu kavramaları onlara uluslararası rekabet gücü kazandırdı. Komünist Parti’nin varlığını sürdürüyor olması da liderlerinin globalleşmeyi Çin’in menfaatlerine uygun yönetiyor olmasındandır. Çin yükseköğrenim/öğretim sistemini Batı sistemine adapte etmeye çalışan Amerikan üniversiteleri geliştirmekte oldukları beşeri, sosyal, güzel sanatlar programları ile bu hedefe ulaşma beklentisi içindeler. Amerikan eğitim sistemi, bu programları liberalleşmenin, özgür düşüncenin ve modernleşmenin bir aracı olarak görürken Çin eğitim sistemi bu programları bütünleşmenin, kolektif düşünmenin ve sosyal yapının korunmasında önemli bir mekanizma olarak görür ve buna göre Batı’dan aldığı bu sistemi bünyesine uygun modife ediyor.

Her yıl 7 milyon öğrencinin mezun olduğu ya da bu rakamı aşkın gencin üniversiteye başladığı Çin, Amerika için iştah kabartan bir pazar haline gelmeye başladı. Önümüzdeki yıllarda Çin’de eğitim faaliyetleri gösteren Amerikalı firma sayısında artış beklenirken bu ülkedeki işsizlik oranları da şimdiden artmaya başladı. Üniversitelerden mezun olan gençlerin büyük bir kısmı iş bulmakta zorlanıyor. Çin’de Amerikan eğitim müfredatı ile üniversitelerden mezun olan gençlerin yine Amerikan firmalarında nispeten kolay iş bulmaları bu üniversitelere rağbeti artıracaktır. Yani Çin’deki Amerikan firmalarının Amerikan üniversitelerinden mezun olanları ise almada tercih etmeleri Çin’de eğitim veren/verecek olan Amerikan üniversiteleri için rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. Eğitim bütün dünyada uluslararasılaşırken, global ekonomi ve çokuluslu firmalar kültürlerarası donanıma sahip insan kaynaklarına yönelmişken, Türkiye eğitim sisteminin, eğitim gönüllülerinin ve işadamlarımızın bu gelişmelerden uzak durması düşünülemez. Nitekim Türkiye’den eğitim gönüllülerinin kıt kaynaklarla küçük ölçekli ama dünya çapında son 20 yılda başlattıkları eğitim hizmetleri artarak devam etmeli. Daha geniş çaplı katılımlarla yurtiçi ve yurtdışı eğitim hizmetleri başlatılmalıdır. Özel sektör, vakıf, YÖK ve MEB merkezli bir koordinasyon heyeti bu konuda kısa ve uzun vadeli stratejiler üreterek Türk eğitim sistemini küreselleşmekte olan dünya eğitim sistemine entegre etmelidir. Bu entegrasyon elbette milli ve manevi değerler korunarak teknoloji ve metodoloji açısından olmalı.

Amerika’da yabancı öğrenci sayısı 700 bini aşkın. Başkan Obama bu sayıyı 1 milyona çıkarmayı hedefliyor ve bu konuda eğitimcileri teşvik ediyor. Türkiye’de okuyan yabancı uyruklu öğrenci sayısı son 5 yılda yüzde 60 artarak 30 bine ulaştı. Bu artışın birbirine bağlı iki önemli sebebi var. Biri dünyanın onlarca ülkesinde faaliyet gösteren Türk okulları, diğeri de yurtiçinde açılan vakıf üniversiteleridir. Yurtdışındaki Türk okullarından mezun olan başarılı öğrenciler Türkiye’de üniversite okumayı tercih ediyorlar. Yeni açılan vakıf üniversiteleri de bu talebe cevap vermeye çalışıyorlar ancak talep yoğunluğundan dolayı maalesef ihtiyaca cevap veremiyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin de global eğitim pazarında iyi bir pay sahibi olması için gerekli teşvik ve tedbirleri alması gerekir. Hükümetin bu konuda yasal zemini hazırlayıp, kontrol ve koordinasyon mekanizmasını devreye sokup devletin elini eğitimden çekmesi önemli. Nasıl ki devlet ihracat yapan firmalara vergi iadesi gibi bazı maddi ayrıcalıklar sağlıyorsa, uluslararası eğitim pazarını hedef alan yurtiçi ve yurtdışı eğitim faaliyetleri yapan firma ve vakıflara da çeşitli teşvik programları uygulamalı, geliştirmelidir. Bu, Türkiye’nin geleceği için geri dönüşümü yüksek bir yatırım olacaktır. Böyle bir eğitim stratejisi Türkiye için 40 yılda bir olimpiyatlara ev sahipliği yapmasından daha kârlıdır.

ALI SOYLU * 
*Dr., Cameron Üniv. ve İpek Üniv. Öğr. Üyesi