Uydu sektörunden yabancı bir meslektaşıyla Yesilköy'de kahvaltı yapan dostum sosyal medya sayfasından aktarıyor: Evladının birisinin 'engelli' oldugundan bahisle, karı-koca olarak 12 yıldır sabrı zirveye cıkardıklarını ifade etti. Dedi ki: "Belki de bu yavrumuz bize inşaAllah Cennet icin bir anahtar veya bir köprü olarak verildi. Bir gün bile ‘üfff’ demedik. Üstelik, şükür secdelerimizin sayısını artırdık."

Anlayışlarına hayran oldum. Yaklaşık 7 milyon engelli sayısı ile ülkemizde hala bu seviyelere gelemedik. Etrafımıza bakıp Cennet köprüleri her tarafta diyebiliyor muyuz? Onlar için hayatı kolaylaştırabiliyor muyuz? Pittsburgh'ta iken belediye otobüslerine bir engelli tekerlekli sandalyesi ile binerken otobüs tam 10 dakika durakta beklerdi ki engelli kişinin binmesi rahat olsun diye... Burun kıvıranları görmezdiniz. Otobüsler de ona göre uyumlu alınmıştı belediye tarafından tabii ki. Bırakın engellilerin otobüse binmesini, toplumun önemli yüzdesi tarafından ana hizmetlerinin alınmasında bile dışlanabiliyorlar. Hani Cennet, hani köprü… diye soruyor dostum.

Bu içtimai meselenin iki veçhesi/boyutu var. Birisi, bireyin kendisi ve ailesi tarafından engelliliği kabullenme ve sabır yönü, diğeri toplumun ve devletin/kurumların meseleye bakışları ve toplumsal sistem içindeki kabullenmesi yönüdür. Bir taraftan yukarıda aktarılan hikayedeki aktörler gibi teslimiyetle, sabırla ve tevekkülle kabullenme ve her şerait altında hayatı kolaylaştırmak, yaşanabilir hale getirmek ve hatta cennetin anahtarı yapmak, diğer taraftan "ben ne yaptım da bu başıma geldi?", deyip ümitsizliğe düşüp isyan etmek, hayatın normal akışından kopmak… Bireyi ve yakınlarını (ailesini) kapsayan meselenin bu veçhesi sabır ve özgüvenle tamir edilmeli. Toplum desteği de engellilerin moralini yükseltip onları daha üretken ve mutlu kılacaktır.

Nerede şükür secdelerimiz?

Yoldakı bir taşı kaldırıp kenara atmayı imanın şubelerinden sayan, "en hayırlınız insanlığa hayırlı olandır" diyen, zerre mıskal hayrın da, şerrin de karşılıksız kalmayacağını bize öğreten bir dinin mensupları olarak nasıl olur da bu kadar duyarsız oluruz? Yüzde 10'u engelli olan bir toplumda yöneticiler ve yönetilenler neden Galatsaray'ın şampiyonluğu, hatta bir maçı kadar önemsemez bu meseleyi? Her ailede olmasa da, herbirimizin ya komşusu, ya arkadaşı, ya da bir akrabamız engellidir. Biz "engelsizlerin" ya da "düşünce engellilerin" de her an engelli olabileceği gerçeğini unutarak bu konuya duyarsız olmamız büyük bir toplumsal özürdür.

Hadi kapitalist ekonomik sistem içinde vicdani değerlerini yetirmiş, yukarda sözünü ettiğimiz kutsal referansları unutmuş, kendi yaşam kalitelerini yükseltmeye odaklanmış Müslümanların duyarsızlığı için bahane bulduk diyelim. Peki "koşullar insanı şekillendiriyorsa, koşulları insanca şekillendirmek gerekir," diyen Karl Marx'i üstad kabul eden Sosyalistlere ne demeli? "Halka hizmet Hakka hizmettir" ve "eşit vatandaşlık, eşit paylaşım" diyen merkezi ve yerel yöneticilerimize ne demeli? İnsani kaygıları bir tarafa bırakalım. Siyasi, sosyal ve ekonomik kaygılar bile, azımsanmayacak kadar büyük olan bu gurubun ihmal edilmemesi gerektiğini söylüyor.
Ülkemizde son 5-6 yılda bu konuda yapılan iyileştirmeler, çıkarılan yasalar önemlidir. Yasal zemini hazırlamak hükümetin işidir. Lakin toplum olarak, şoföründen polisine, doktorundan öğretmenine, müteahidinden yöneticisine kadar herkesin son derece duyarlı olması gerekir. Bu medeni insan olmanın gereğidir.

Senai Demirci, okuduğu bir eski dâhiliye hastalıkları kitabının başındaki şu notu ömrüm boyunca unutmayacağım diyor: "Dayanılması en kolay acı başkasının acısıdır." Bilim olduğu kadar incelikli bir sanat da olan hekimlik "başka acı"ları da hissetme duyarlılığıdır. Aslında hepimizin hepimize borcudur bu: Bir acıyı "başka"laştırıp sağırlaşmamak. Bir haksızlığı "öteki"leştirip haklı çıkarmamak. Başkalarının "acı"larına "ben"imizi özne edebildiğimiz kadar insan sayılırız.

Demirci'nin dediği aslında "kardeşinin derdi ile dertlenmeyen bizden değildir" hadisinin belirttiği bir gerekliliktir, bir vazifedir. Böyle bir vazife şuuru ve sorumluluğu içinde olan toplumlar medeni toplumlardır, Medeni olmak birazda vicdanlı olmaktır, şükür secdelerimizi artırmaktır.

*Dr.; Cameron Üniv. ve İpek Üniv. Öğr. üyesi
[email protected]