Ülkemizde ve tüm dünyada yoğun olarak tartışılan, çözüm üretilmeye çalışılan ve bu bakımdan sürekli olarak değişikliklere maruz kalan eğitim yöntemleri öyle sanıyorum ki günümüz ve geleceğimiz açısından önemini kaybetmeyecek konuların başında gelmektedir.

Hukuksal olarak izahta bulunmak istediğim husus ise genel manada eğitim yöntemleri üzerindeki tartışmaların dışında bulunmaktadır. Bu kapsamda, tutukluluğun ve hükümlülüğün doğal sonucu olarak eğitim hakkının hangi ölçüde kısıtlanabileceğini araştırmak arzusu taşıyorum.

Bu itibarla konuya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM/Mahkeme) nasıl baktığı ve Ülkemizin mevzuat bakımından ne durumda olduğu sorularına bu perspektiften bakmayı uygun buluyorum.

Eğitim hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) Ek 1 Numaralı Protokolün 2. maddesinde düzenlendiğini görmekteyiz. AİHS Ek 1 Numaralı Protokolün 2. maddesinin ilk cümlesi konumuz açısından genel hüküm niteliğinde olup, kişinin eğitim hakkından yoksun bırakılmama hakkını güvence altına almakta, devlete de kimseyi eğitim hakkından yoksun bırakmama yükümlülüğü yüklemektedir. Bu maddenin ikinci cümlesi ise, anne babaların eğitim konusunda devletten çocukları için talepte bulunma haklarını güvence altına almakta, devlete de eğitim ve öğretim verirken anne babanın dini ve felsefi inançlarına saygı gösterme yükümlülüğü yüklemektedir.

Bu bakımdan baştan ifade etmemiz gerekir ki; eğitim hakkı, diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi, bireyler tarafından kullanılması düzenlemeyi gerektiren bir haktır ve devlet hakkın özünü zedelememek koşuluyla eğitim hakkını sınırlayabilecektir.

Peki, hakkın özünün zedelenmemesi açısından AIHM, hangi hususların önemine dikkat çekmektedir?

AİHM, söz konusu hakka getirilen kısıtlamaların hakkın özünü zedeleyecek ve etkililiğinden yoksun bırakacak düzeyde olmamasını sağlamak amacıyla, bu kısıtlamaların ilgili kişiler açısından öngörülebilir olduğuna ve meşru bir amaç güttüğüne ikna edilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Fakat bu konu bakımından Mahkeme, sınırlamanın Sözleşmeye uygunluğunu denetlerken sınırlı bir meşru amaçlar listesi ile bağlı olmadığını açıkça ifade etmiştir (Örneğin bakınız: Leyla Şahin/Türkiye, no.44774/98, par.154).

Buna ilaveten Mahkeme, eğitim hakkına getirilen kısıtlamaların, Sözleşmede ve Protokollerde benimsenen diğer haklarla ve sınırlandırma rejimleriyle çatışmaması gerektiğini benimsemiştir (Örneğin bakınız: Campbell ve Cosans/Birleşik Krallık, no.7511/76, par. 41). Buna paralel olarak eğitim hakkı, eğitim kurumlarının iç düzenlemelerine uyulmasını sağlamak üzere okuldan geçici ya da daimi olarak uzaklaştırma cezası dahil, disiplin cezalarına başvurulmasını hariç tutmamaktadır. Çünkü Mahkeme`ye göre disiplin cezası uygulaması, öğrencilerin kişiliklerinin ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilip biçimlendirilmesi gibi, okulun kuruluşunda var olan hedefe ulaşmaya çalıştığı sürecin ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır (Örneğin bakınız: Campbell ve Cosans/Birleşik Krallık, no.7511/76, par. 33).

Bilmekteyiz ki, eğitim kurumlarını ve işleyişlerini düzenleyen kurallar, diğerlerinin yanı sıra, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özellikleri açısından, zaman ve mekâna göre değişiklik gösterebilmektedir. Bunlardan biri de hiç kuşkusuz ceza ve tevkifevlerine has koşullardır.

Bu çerçevede AİHM, tutukluluk süresince eğitime erişimin sekteye uğramasını, AİHS Ek 1 Numaralı Protokolün 2. maddesinde tanınmış olan eğitim hakkının ihlali olarak değerlendirmemektedir. Buna rağmen, Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi, çocukların özgürlükten yoksun bırakıldığı yerlerde, diğer çocuklarla eşit şekilde eğitime erişebilmeleri gerekliliğine sıkça vurgu yapmakta, bu çerçevede sadece hükümlülerin değil, tutukluların da eğitime erişebilmesi gerektiğini açıkça ifade etmektedir.

Mevzuatımız irdelendiğinde, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun “eğitim” başlığını taşıyan İkinci Bölümü’nde ve bu bakımdan ayrıca Adalet Bakanlığı’nın 27/07/2007 tarihli ve 46/1 Nolu Genelge'si de çeşitli düzenlemeler öngörüldüğü görülmektedir.

Özetlemek gerekirse yukarıda belirtilen düzenlemeler uyarınca, kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların yaygın, açık ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin ise örgün ve yaygın eğitimden yararlanabileceği; kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların örgün eğitimine ilişkin olarak da okulunun kabul etmesi halinde hükümlü ve tutukluların ara, yıl sonu ve bütünleme sınavlarına katılabileceği ifade edilmiştir. Bu çerçevede, örgün yüksek öğrenim öğrencilerinin eğitim süreçlerine devam edebilmelerinin üniversitelerin ilgili kurullarının inisiyatifinde olduğu anlaşılmaktadır. Kapalı ceza infaz kurumunda bulunan örgün yüksek öğrenim öğrencilerinin üniversite senatolarının derse devam mecburiyeti getirmemesi ve yalnızca sınavlara katılarak eğitimlerine devam edebilmelerine olanak tanıması durumunda, sınavların ceza infaz kurumlarında veya ilgili üniversitelerde gerçekleştirilebileceği görülmektedir.

Ayrıca; Çocuk Koruma Kanunu`nun 4. maddesi ile, koruma ihtiyacı olan çocuklar ile suça sürüklenen çocuklar hakkında kararlar alınmasında ve uygulanmasında çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitim ve öğretiminin desteklenmesi ilkesinin gözetileceği, 5. maddesi ile ise bu çocuklar hakkında eğitim tedbirine hükmedileceği düzenlenmiştir.

Benzer şekilde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu`nun (SHÇEK) koruması altında olan öğrenciler bakımından SHÇEK Kanununun 25. maddesi de önemli bir düzenlemeye yer vermektedir. Buna göre, kurumun görevleri arasında okul çağındaki korunmaya muhtaç çocukların eğitim ve öğretimlerini MEB ile diğer kamu kurumlarına ait okullarda gerçekleştirmek de bulunmaktadır.

Netice itibariyle, AİHSde yer alan düzenlemeler ve AİHMin içtihatları gözetildiğinde Ülkemizin durumunun uluslararası standartlarla uyum içinde olduğu ve kişilerin eğitim alma haklarının tutuklu ve hükümlü olmakla sona ermediği görülmektedir.  Tüm okuyucularıma güzel bir haftasonu diliyorum…